14 Ocak 2010 Perşembe

MEMEDİM


Mehmet, ne güzel bir isim ….ama ne acı, söyleyemiyorum, dilim dönmüyor sanki. Tam Mehmet diyecek gibi oluyorum, nefesim yetmiyor,soluğum kesiliyor.

Yazı yazanlar eksiktir. Bir parçaları kopmuş, bir yerlerde kalmıştır. Yazı yazdıkça yaraları kanar kanadıkça yazarlar.Garip bir zevk vardır yazı yazmakta.Bazı inanışlara göre ruh özgürdür sonsuzdur onu tutsak eden bedendir.Bedenlerine işkence ederek özgürlüğe ulaşmak isterler.Yazmak da öyle bir şey yazdıkça yaramız kanar kabuk tutamaz ama yazmaktan vazgeçemeyiz işte.Özgür olmaya çalışırız satırların arsında.

Memedim ne büyük yükün var o minik omuzlarında haberin yok.Söyleyemiyorum ama bak yazabiliyorum.Ben de yazarım o zaman .Yaram mı? Kanamaz mı? Bundan bir yirmi yıl önce olsaydı yazı bulanıklaşırdı damlalar düşerdi lacivert mürekkebin üzerine .Yirmi yıl önce olsaydı sadece ben okurdum yazdıklarımı.Şimdi siz de okuyorsunuz daha çok insan okudukça daha çok canım yanacak bir o kadar da şu üç beş satırın içinde özgürleşeceğim.Söyleyemesem de yazıyorum.Memedim…….

İlk geldiğin günler bazen korkmuştum gözlerinin içine bakmaya.Senden fazlasını görürsem eğer ne yaparım demiştim.Bazı günler bir çift masum gözbebeğin içinde fazlasını görmeye çalışmıştım nafile..Memedim ne güzel bir isim……

Tanrının şakası mı? Daha arabesk bir kavramla hayatın cilvesi miydi bana oynanan.Belki de sadece ölüm doğum döngüsü,tezatı,devamı…her neyse işte,bir türlü anlayamıyordum kabullenemiyordum ya …Yaşamak kadar ölümün de doğallığını anlatılmaya çalışılıyordu.’’Birini seviyorsan diğerini de kabul etmek zorundasın’’ denmişti bana.
Onu özledikçe rüyalarımda göreyim diye yalvarmıştım .Önce tanrıya sonra kendisine olmayınca da bilime baş vurmuş bilinç altıma yüklenmiştim.Tüm gün düşünmeye başlamıştım ‘’göreceğim onu rüyamda göreceğim konuşacağız bana nasıl olduğunu neler yaptığını anlatacak’’.Tam uykuya dalmadan önce daha yoğun düşünmeye çalışıyordum ki iyice etkileneyim diye .Hay ağzına .ıçayım senin psikoloji ve bilinçaltı ……Bilinç üstüm bu duygularla doluyken bir kere bile rüyalarıma gelmedi düşündüklerim.

Onu rüyamda göremedim ama onun gidişinin ardından,tam bir yıl sonra sen geldin Memedim.Tanrının şakası ,kaderin özrü…her neyse işte hala adlandıramadım.Geçmişe ait hiçbir şey verilemedi bana.Rüyalarımda hasret gidermem bile istenmedi.Bağlar kurayım rüyalara anlamlar yükleyeyim,geçmişte yaşayayım istenmedi.Acım hafiflesin ,belki küllensin istendi anladım en sonunda …Dualarımın karşılığı olarak sen geldin,sen ‘’gelecektin’’.Bir adın memed ama sana memedim diyemiyorum bir adın daha var o da çıkmıyor ağzımdan.Mehmet’e soluğum yetmiyor ,diğer adını kullansam,kendimi memed ismine ihanet etmiş gibi hissediyorum .Yıllar var ki minik oğlum sen memo’sun .Minik bedeninle koca bir duyguyu taşıdın getirdin bana ‘’Yaşama sevincimi’’ .Babamın adını taşıyorsun oğlumsun.Söyleyemiyorum ama bir daha yazayım bari’’ Mehmet’’ ne güzel bir isim……

6 Ocak 2010 Çarşamba

NEYE NİYET NEYE KISMET


İnsanların ruhu gibi eşyaların da ruhu vardır. Nereden mi biliyorum? Biliyorum işte; öyle olmasaydı bu öykü yazılamazdı. Nasıl bir bebek doğumundan önce bir yerlerde yaşıyorsa o da vardı bir yerlerde. Heyecanla bekliyordu başına gelecekleri. İlk hatırladığı şey kimyasal kokulu sıcak bir bulamaç. ’’Ben ne olacağım acaba? Bu yaradanlar, ademoğulları bana hangi vücudu ve görevi verecekler? Gürültülü, yarı karanlık, pis hangar gibi bir yerde buldu kendini. Onlarca makine hızlı hızlı çalışıyor dişliler dönüyor bir şeyler presleniyordu. ’’Ne olacağım? Ne olacağım acaba? Tekrar tekrar düşündü heyecanlandı. Önce rengini açtılar ten rengi oldu. Uzun bir tezgahın başında kollar, bacaklar dökülüyordu, başka bir yerden gövdeler geliyordu. En son makine ise erkek yüzünü basıyordu. En güzel erkek yüzünü. Çelimsiz, çirkin, kavruk, kısa boylu, kötü beslenmiş çalışanlara inat, uzun boylu erkek manken yaptılar onu. İçindeki koca boşluğa rağmen içi içine sığmıyordu. Yaradanları, yani bu çirkin ademoğulları kendisini kendilerinden yapmıştı. 1.85 boyunda düzgün bacaklı bol kaslı, karın kısmı baklava deseni denilen cinsinden. İki bacak arasında ki kabartıyı yaparken de malzemeden çalmamışlardı. Kendisini dar bir kıyafet ile hayal etti, gururlandı kabartısı ile. Yukarı doğru omuzları genişliyordu. ’’maşallah’’dedi kendi kendine’’ Yüzücü müyüm ne? Hele yüzü nasıl güzel bir yüz, hiç burada çalışanlara benzemiyordu. Avrupalı gibi ince ama erkeksi hatlar. Düzgün bir burunun üstüne oturtulmuş bir çift mavi göz. Nişantaşı’nda bilinen mağazaların vitrininde düşledi kendini, genç kızların önünden kikirdiyerek geçtiği, delikanlıların kıskançlıkla izlediği vitrin. Yazın kısa dar bir şort, bir elinde güneş gözlüğü diğer elinde sörf tahtası. Kışın deri bir mont, havalı bir atkı, ayağında şu motosikletçilerin giydiği cinsten çizme……Böyle rüya alemine dalmışken kocaman kapkara eller kavradı gövdesini irkildi, iğrendi o ellerden. O ellerin parmak uçlarının derisi kalınlaşır, yer yer minik çatlaklar oluşur. Her gün o çatlaklardan fabrikanın tozu, kiri, boyası nüfus eder derinin altına. Kırk kere de yıkansa, çamaşır suyu tuz ruhuyla da ovulsa, fabrika kiri oturmuştur o ellere, hep kirli görünürler. Bunu nereden bilecekti bizim erkek manken daha yeni geliyordu dünyaya. Kutuya yerleştirilirken kendi ellerine baktı. Beyaz elleri, uzun parmakları son son düzgün tırnaklarını gördü. Ortalık kararmıştı kutunun içinde yeni hayatını doğum gününü bekliyordu.
Arabadaki kadın soluğunu ön cama doğru üflerken ‘’Öfff bir arpa boyu yol gittim’’ diye söylendi. Gaz debriyaj, fren üçlüsüne başlayalı bir kırk dakika kadar olmuştu. Dur kalk ilerliyordu. Camdan dışarısını seyretmeye başladı. İnsanların akşam telaşını, direği koklayan köpeğe, birbirine kur yapan kedilere baktı. Orta yaşlı bir adam sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra öksürük krizine tutuldu, ardından hatırı sayılır bir balgam fırlattı bahar güneşinde ısınmaya başlamış asfalta. Midesi kalktı kadının ‘’hayvan ‘’ dedi içinden. Neyse ki önü biraz açılmıştı ilerleyip adamı görüş alanından çıkarabilirdi. Beş on metre sonra trafik yine durdu. Bu sefer araba medikal malzeme satan bir mağazanın hizasında durmuştu. Şimdiye kadar hiç böyle bir mağazanın vitrinini incelememiştim diye düşündü. Haline şükür etti. Göz hizasında olduğundan bakmadan edemiyordu. Boy boy, çeşit çeşit tekerlekli sandalyeler,en çok da çocuklar için olanlara üzüldü. Çiş için ördekler, alttan almak için sürgüler, tansiyon aletleri, takma bacaklar. İçi sıkıldı gülecek, eğlenecek bir şeyler arıyordu. Gözleri mağazanın giriş kapısını yanına konmuş erkek mankene takıldı. Erkek manken hoş tasarlanmıştı ama hali haraptı doğrusu. Yakışıklı yüzü sargılı, omuzu askıda bacağı da atele alınmıştı. En kötüsü de hasta alt bezini kıçına sıkı sıkı sarmışlardı ki erkek manken olduğu belliydi hani. Kikirdemeye başladı ‘’Sendeki de ne talih be adam, neye niyet neye kısmet, sen gel bu vücut ile bir medikal mağazaya manken ol’’ Bir an gözleri mankenin gözlerine takıldı ona bakıyordu sanki. Yaşayan, acı çeken, ağlamaklı, bir çift göz gibi çakmak çakmak baktığına yemin edebilirdi. Yüreği sıkıştı, acıma, korku tanımlayamadığı duygularla boğuşurken, saçmalama kızım diye kendi kendini azarladı‘’ eşyaların ruhu yoktur’’.
İzleniyorum duygusundan kurtulmak için hızla gaza bastı.Öndeki arabaya vurmamak için son anda frene asılırken’’Neye niyet neye kısmet hayatlar’’ geldi aklına.Büyük bir sarsıntı ile araba durdu.