23 Ocak 2016 Cumartesi

NEFES OLMAK

Mustafa Koç'un arkasında çok şey yazılıp çizilecek, çiziliyor.
Hiç lokmanız soluk borunuza takıldı mı? Bana bir kere oldu 14-15 yaşlarındaydım, gözlerim yerinden fırlamış debelenirken öleceğimi düşündüm, şimdiye kadar hiç hissetmediğim kadar panik ve korku yaşadım. Son anda nefesime kavuştum, bitmiş bir halde yere yığıldığımda, ölüm ne kadar yakın ne kadar ürkütücüymüş diye düşünüyordum.
Koç ailesi yüzlerce insana nefes oldu. O korkuyu paniği bilirim, gezi olaylarında çok az biber gazına maruz kaldığım halde soluğumu baya kesmişti. O akşam parka yapılan saldırıda insanları soluksuz bıraktılar.
Çaresizliğin, korkunun, paniğin içindeki gençlere, yaşlılara hatta çocuklara, el uzatmak, soluğu kesilmişlere nefes olmak.
Ziya Osman Saba ne güzel der nefes şiirinde; (sanki gezi parkına yazılmış )
NEFES ALMAK
Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.
Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!
Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...
Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.
.
.
.
Mustafa Koç için çok şey diyecekler akit gibi denize işedi diyecekler, zengindi ama sosyal sorumluluğu olan biriydi, birçok projeye para aktardı, metal işçilerini ezdi, kapitalist, Atatürkçü, sanata destek verdi, kültürlü, para babası, ailelere ekmek verdi, işçi düşmanı, parasına para kattı, kadın haklarını önemsiyordu, dernekleri destekliyordu, lüks hastanesi varken gariban bir devlet hastanesinde öldü .....diyecekler diyecekler.
Ben tek şey diyeceğim, o yüzlerce insana nefes oldu.
Cemal Süreya yaşasaydı;
Sırf bunun için sevseydiniz onu, derdi




Foto Galeri

24 Aralık 2015 Perşembe

BİR ŞİİR ANLATISI

Beni bu dünyaya ağzımda
Bu zehirle bıraktığında
Ben senin kötü olduğunu,
Senin kötü olduğunu
Anlamamak için,
Çok çalıştım.
     

''Bu dizelerle uyandım bu sabah'' dedi kadın.

'' Rüyalar; bize ağulu dermanlar sunan kapkara arka bahçelerdir,'' dedi otacı kadın.
'' İyi oku onları iyi oku şiiri,  belki dermanın ondadır.''

Kaç yıldır derman için yollardayım, dedi kadın

- Çok yoruldum, çok çalıştım, bazı şeyleri ait oldukları yerlere koymalıyım, yolumu bulmalıyım.

Çalışma artık dedi otacı kadın, kocaman siyah gözleri birer dipsiz kuyu gibi baktılar ona, çalışmıyorsun direniyorsun sen, rüyalarına dön arka bahçene, neler diyor o rüyalar sana ne anlatıyor ?

'' Ben senin kötü olduğunu, senin kötü olduğunu anlamamak için çok çalıştım''

-Kötü mü o ? diye sordu kadın korkarak

-Evet dedi otacı kadın, kötülerin de çeşitleri vardır bu da onlardan biri işte,sırf kendi ruhunun, duygularının tatmini peşinde koşan, koşarken de başka ruhlardan güzellikleri çalıp tüketen eninde sonunda kendi karanlığına mahkum kalan bir kötü. Kabul et kendi bencilliğinden vazgeç artık.

-Ne bencilliği, diye sordu kadın.

- O kötü olsa bile sen bencilsin, yalancısın, zavallısın asıl kendine toz kondurmuyorsun. Bir kötüyü sevmemişimdir diyorsun, ben çok güzelim, biz çok güzeliz diyorsun. Yalan, yalancısın kendine yalancı, güzelliğinin  kendi kibrinin peşindesin sen, sanıyor musun güzel kaldığını sanırsan daha huzurlu olacaksın. Kabul et,  çamura pisliğe,  kötü kokulara bula kendini,  bula ki acıyabilesin kendine, az da olsa temizleyebilesin kendini.

Kadın gitti şiiri bir kere daha okudu.

Ilık süt gibiydin
Sen, uf uff..
Benim ağzımda bir zehir vardı,
Beni bu dünyaya ağzımda,
Hoh,
Bu zehirle bıraktığında
Ben senin kötü olduğunu,
Senin kötü olduğunu
Anlamamak için,
Çok çalıştım.
Benim seninle ilgili
Bildim her şey bir
Yalandı. Buna çalıştım.
Tersinden bir adaletsizliği
Anlamam gerekti benim,
Ve ben
Hoh,
Ben bunun için bir Afrikalı gibi çalıştım.
Ilık süt gibi,
Ilık süt gibi olduğun,
Hooohhh,
Benim uydurmamdı..
Birhan Keskin

Sen kötüsün dedi ona,  kötü….


Bu da senin payına düşen olsun, bu da senin yükün olsun bir ömür omuzlarında 

9 Ekim 2015 Cuma

RODİN'LE HASBİHAL






- Düşünme artık böyle şeyler, dedim
-Sen düşünmüyor musun , dedi
-Düşünüyorum ama en azından taş kesilmedim, dedim
-Nereden biliyorsun, dedi
Sustum...

19 Temmuz 2014 Cumartesi

ÇOK UĞRAŞTIM BU KALPSİZ DÜNYAYI SEVEBİLMEK İÇİN

Bak yine gülümsedim işte. Bu yazıyı yazmak için defteri kalemi elime alıp çatı katına çıktığımda bu cümleyi kuracağım hiç aklıma gelmemişti. Dün terasımda zamansız açmış mandalina ağacının çiçeklerine bakarak düşünmüştüm ‘’Bahar mevsimi de geçti, şimdi bu çiçekleri dölleyecek arılar gelir mi ki ?

Omuzlarımda sanki dünyanın tüm hüznünü taşıyormuş gibi çatı katına çıktım, mandalina ağacında dolaşan arıları görünce kocaman gülümsedim ‘’Hey gelmişsiniz ya aferin size’’

Eee ne oldu şimdi ? Hani tüm dünyanın hüznünü yüklenmiş ve son günlerde ayrına vardığım geçkin yaş Pollyanna tarzıma veryansın edecektim ?

Şöyle bir yokladım kendimi evet orada duruyor hala. Bir şarkıdan fırlamış olan o cümle, 2-3 gündür beynimin içinde az çirkeflik yapmıyor bana.

‘’Çok uğraştım bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için’’

İnsanın; ‘’ Aslında sevecek bir şey yok, insanlar da berbat ama sen salak geçkin bir Pollyanna olduğun için seviyorsun bu dünyayı’’ şeklinde bir farkındalık yaşaması çok kötü.
Doğrusu  doğa sevgisi, insan sevgisi ve bu bağlamda yaşanan iyimserlik ve mutluluk hissi çocukluğumdan babamdan miras bana.

İlk hatıralarımdan, 3-4 yaşlarındayım duvarda asılı mavi çinili bir tabakta,  elinde bir tespih, başında kocaman bir şey,  şişman bir amca var, öyle eğmiş başını düşünceli düşünceli oturuyor.

Sık sık o tabağa bakmamdan dolayı ilkokul mezunu olan babam yaşıma indirgeyerek bana Mevlana’yı ve ileriki yıllarda da o tabaktaki yazının ne anlama geldiğini anlatmıştır.

-          ‘’ Gel ne olursa ol yine gel, ister kafir ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız ümitsilik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.

Sadece Mevlana değil, çocukluğum boyunca evimizde canlılar ve bitkiler oldu. O ev hayvanlarının sevgisini  ya da adam boyuna ulaşmış  bir bitkinin mucizevi heyecanını yaşayarak büyüdüm. Yine de baba kız olarak çok zorlandığımız zamanlarda olmadı değil.

Kocaman  iri yapraklı bir bitkinin toprağına karıncalar yuva yapmıştı hem bitkinin köklerine zarar veriyor hem de salonda metrelerce karınca katarları oluşturuyorlardı.

Bir gün babam elinde zehirle geldi benim saatlerce arkadaşlık yaptığım, izlediğim karıncaları zehirledi.

(O yaşlarda henüz kardeşlerim doğmamıştı. Annem fazla konuşmaz babam ise tüm gün fabrikada çalışırdı. Evimiz ise Almanya’da bir sanayi şehrinin merkezindeydi pek dışarı da çıkamadığımdan, kendi küçük dünyamda hep içimden konuşarak kendimi oyalamayı öğrenmiştim)

O kadar çok ağlamıştım ki anlayamıyordum babam anlatıyordu, bazen zararlı böceklerin öldürülebileceğini, o da tepkimin karşısında paniklemişti, ne kadar dil dökse,  anlayamıyordum işte.  Çok ağladım babama kırıldım ve ilk gerçek dünya ile karşılaşmam o an oldu sanırım dört yaşında vardım yoktum, Zararlı canlılar vardı, babam canımdan çok sevdiğim güvendiğim babam karıncalarımı öldürdü.

Bu dünyada ölüm vardı, insanın elinden çıkan ölümler vardı, zararlı canlılar vardı….

Büyüdüm,  insanları sevdim,  doğayı sevdim yani tüm canlıları sevdim ve her zaman sevgimin karşılık bulduğunu,  insanların beni hayal kırıklığına uğratmadığını savundum. Her insanda iyi bir taraf vardır herkes özünde iyidir işte.

  -SALAKKKK

Öyle diyor iç sesim bugünlerde bana. ‘’Salak’’ diyor, ‘’Pollyana çocuk masalıdır bu kart yaşında Pollyannacılık oynarsan böyle salak olursun işte.

Çok sıkıldım, her gün ölüm haberleri, insan elinden çıkmış felaketleri okumaktan, din adına, ırk adına yapılan katliamlardan, bu insanoğlunun neresi iyi ?

Ya da herkesten nefret eden insanlara ne demeli ?  Yaşam enerjini alıp kendi içlerindeki karanlığı bulaştıran modern çağın vampirleri onlar. Hani insanlardan hiç zarar gelmemişti bana ?

Son bir iki yıldır, kırk yıldır oluşturduğum yaşam felsefemi, inançlarımı değerlerimi yitirdim. Şaşkın kocaman ürkmüş,  çocuk gözlerle izliyorum dünyayı ama çocuk değilim artık ve yaşam enerjim yaşlı, yeniden bir şeylere inanacak, yeniden adım adım, tuğla tuğla yıkılanları onaracak ne gücüm ne de babam var.

O da zaten karıncaları öldürmüştü.

Hem herkesi her şeyi koşulsuz sevmek insanı mutlu etseydi Mevlana o kadar boynu bükük ve üzgün olmazdı o tabakta.

Ama ben yine de bu yazıyı tam yazacakken gülümsemiş miydim mandalina ağacının üzerindeki arılara?
O arı da bu yazının arifesinde gelmeyeydi iyiydi.


Böyle berbat bir ruh haliyle mi bitireyim ? Yoksa her zamanki gibi İyimser mesaj mı vereyim  karar veremedim onu da size bırakıyorum canınız  ne isterse onun alın bu yazıdan.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Yarın babalar günü, uzun yıllardır babasızım. Babalar gününde babasını toprağa vermiş biri olarak babalar gününün hüznü sırf babasızlığmdan kaynaklanmaz.

Babam gideli çok oldu hem de çok, yılların içinde başka hüzünlerim sevinçlerim  yaşantılarım oldu. Yaşadığım hiçbir duyguyu babamın yokluğunun şiddeti ile kıyaslayamadım bile, hüzünlerim bile döndü dolaştı babamı, babasızlığı buldu, tekrar tekrar boynumu babasızlık noktasından büktü.

Sevinçlerim eksikti, mutluluğum, heyecanlarım hep yarımdı. Taşındığım yeni evim bile babasızdı mesela,  avizelerim sökülürken onları oraya onun astığını biliyordum ve yabancı eller yeni evime avizeleri asıyordu.

Ve oğlumun doğumu ona babamın adını verişim. Onu babamla ilk tanıştırmam dizlerimin üstüne çökmem ve topraktan bir tümseğe yeni doğmuş bebeği yatırmam. Göz yaşlarım sel olurken ‘’ Bak babacığım torunun geldi bak, sen ne çok severdin çocukları bak torunun geldi senin adını taşıyor’’

Bugünlerde milyonlarca çocuk karnelerini aldı, yüzlerce çocuk da o karneleri toprak tümseklere bıraktı. Somalı çocukların acısının karşısında ilk defa acım küçük kaldı.

Bu sene ben babasızım ama yüzlerce çocuk benden babasız onlar daha çok babasız.

Ve yine sevmiyorum ben babalar gününü.

Eksik yüzlerce baba var canlı canlı gömülüp çıkarılıp tekrar toprağa gömülen.

........

Dinlenesi babasızlık;


Babam gittikten sonra sözleri Mazlum Çimen’e ait bu şarkıyı hep babamı düşünerek dinledim; ‘’ Aşk şarkısı olabilir ama hep beni acımı  anlatıyor’’ diye düşünmüştüm.

İki yıl önce öğrendim, zaten bir aşk şarkısı değilmiş Mazlum Çimen Sivas’ta yakılan babası, şair Nesimi Çimen için yazmış

Ve acılardır insanları buluşturan hiç tanımadığım bir şairle aynı duygularla satırlarda buluşan, bir de yakılan babalar var tabii.

Benim babam öldü ben yandım, ya benim babam yakılsaydı ben ne yapardım?


........

Dip not; Fotoğrafta dediği gibi eğer babanız sizin kahramanınız olmuşsa bilin ki başka kahramanınız olmayacak, sahtelerinden sakının.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Küçük Hayal Büyük Hayal Kırıklıkları

‘’ Yılbaşında süsleriz’’ demiştim küçük oğluma, terastaki bir metre boyundaki mavi ladin çam fidanını sularken.

Oğlum birkaç soru daha sormuş ben komik komik cevaplar vermiş, o ya anlamamış ya da bacak kadar boyuyla ciddiyetini bozmamış ben uzun uzun gülmüştüm.

Niye kurumaya başladı ki şimdi ?

Halbuki bir ara yaz boyu susuz da bırakmıştım onu, o zaman bile kurumayan şimdi niye kurusun ki ?
Yılbaşında süsleyecektim onu. Terasıma kar yağacak her yer bembeyaz olacaktı. Kar yağınca havanın ayazı kırılır ya, üşümeyecek bir bardak çayımı karlı çam ağacımla beraber içecektim. Üşürse ellerim avuçlarımın arasına alacaktım çay bardağımı. Biraz omuzlarımı kaldırıp biraz da boynumu içeri çektim mi  kim korkar üşümekten, niye vazgeçeyim hayalimden ? Ama hayal kırıklığı işte çam ağacım da ölüyor. Şimdi diyeceksiniz ki, derdin bu olsun alt tarafı çam ağacı.

Öyle demeyin bir hayalim daha öldü belki küçük bir hayaldi ama beklediğim ve gerçekleştirebileceğimi düşündüğüm bir hayaldi.

Çok büyük hayal kırıklıkları vardır insanın hayatı boyunca unutmayacağı ama aradan zaman geçtikçe o hayal anlamını yitirir çünkü hayalin kendisi o kadar zordur/ zamansızdır/ yanlıştır  ki zaten olamayacak bir şeye amin denmeyeceğini fark edersin. O zamanki heyecanına, telaşına, çocuksu inancına  gülüp geçersin o kadar.


Ama çam ağacım niye ölüyor ki ? O kadar çok  ağaç yaşarken benim ağacım ölüyor,  yaşayabilirdi halbuki çok büyük hayal kurmamıştım onun da ölmesine hiç gerek yoktu.

8 Kasım 2013 Cuma

YÜRÜDÜM


Yürüdüm…dün İstiklalde yürüdüm, insanlar akıp gittiler yanımdan, gidenlere değil de oturanlara baktım. Dilencilere, düşmüşlere, düşlerinden vazgeçmişlere ve hiç düş görmemişlere, düş görmeyi bile cesaret edememişlere….İstiklalde yürümek hüzündür.

Kör bir klarnetiçiye göz, çıplak ayaklara ayakkabı, kaybolmuş umutlara umut olmak istedim. Yürüdüm dün İstiklalde uzun uzun yürüdüm yanımdan insanlar geçtiler gülüyorlardı, sevgililer vardı el eleydiler, ben onlardan,  onlar benden gelip geçtiler.

Ben yavaş yavaş yürüdüm ve hayatın dur dediklerine baktım yaşlı bir kadına, gözlerindeki deli bakışa, didik didik saçlarına. Saçlar taranmadığı yıkanmadığı için değil, okşanmadığı için dellenir bunu herkes bilir.

Yürüdüm bir adam ağlıyordu şakakları babamın saçları gibi beyazdı. Ben yıllardır yürürüm ve bir gün yürürken babam öldü biliyor musunuz? Yürürken çok şey gelir insan başına sevdiğin ölür, sevdiğin kaybolur, sevdiğin gider, sevdiğin bir akşam ansızın biter.

Ne oluyorsa hayatta yürüyünce oluyor;  mesela yanımdan el ele geçen sevgililer, bir  tanesi bıraktı o eli,  yarın da diğeri bırakacak biliyorum. Dün yürüdüm ve durmuşlara baktım onların saçları hep didik didiktir düzelmezler,  o deli bakışlar da hiçbir yere gitmez, klarnetçi de hep kördü  zaten ona güneş hiç gelmemişti  ki gitsin.

Dün yürüdüm İstiklalde uzun uzun yürüdüm bir gün duracağımı düşünerek uzun uzun yürüdüm.