24 Mayıs 2010 Pazartesi

VEFALI DOST İSTANBUL


Bu şehirde şu koskoca şehirde
Bir ben varım bir de İstanbul
Yürürüm sokaklarında
Ellerim cebimde....
Ellerim yüreğimde...
Şu koskoca şehirde
Ara beni! ara da bul
Bir ben avareyim
Bir de eski dostum İstanbul
Ah sırdaşım ah sevdiğim
Seyrettiğim denizin olmazsa
Nefes alabilir miydim?
Savurmazsa rüzgarın saçlarımı
Yaşıyorum diyebilir miydim?
Kayboluyorsam sokaklarında
Kendi düşlerimin peşinde
Sensiz kendimi bulabilir miydim?
Bir ben yalnızım bu şehirde
Bir ben garip bir kul
Neredesin eski dost?
Vefalı dost İstanbul

Mart 2008

9 Mayıs 2010 Pazar

GÜLHANENİN PAPAĞANLARI

Bazı öğlen araları alır başımı giderim bakın şimdi de iç orkestram Zülfü’den ‘’Gün olur alır başımı giderim’’ şarkısının çalmaya başladı.

Son zamanlarda iç sesime bir de iç orkestram eklendi hadi hayırlısı bakalım.


Evet bazı öğlenler alır başımı giderim. Gülhane parkına giderim. Belki de siz en son okul ile gittiniz ya da bir tatil günü gidip bir daha gitmemeye yemin etiniz. Benim öğlen arası gitme gibi bir şansım var. Hafta içi saat 12-13 arası tenha olur sessiz olur çok ama çok keyifli olur.

Yüzyıllık çınar ağaçlarının gölgeleri altında hızlı hızlı set üsütü çay bahçesine kadar yürürüm. Bir çay söylerim, minik demlikle gelir, muhteşem boğaz manzarasına karşı tostumu yerken, sevgilimle İstanbul’umla hasret gideririm. Sessizdir her yer, tenhadır kendimi ve doğayı dinleme fırsatı bulurum.


Böyle bir günde sessizliği dinlerken gidiş yolunda farklı bir cinse ait kuş sesleri duydum. Daha cırtlak daha yüksek perdeden. Kaynağı görmek için başımı kaldırdım iyice kaldırdım o çınarlar ne kadar ulu ağaçlarmış öyle başım döndü.( İçim ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında şarkısı çalmaya başladı ama Gülhane parkında ceviz ağacı yok ) Tüm gökyüzü dallarla kaplıydı bahar ayında olduğumuzdan yapraklar henüz dalları doldurmamış manzarayı kapamamışlardı. Ağaç gövdesinden ayrılarak dallanan, dallandıkça çoğalan, çoğaldıkça incelen, gökyüzüne doğru yükselen damarlar gibiydiler.


Nihayet sesin kaynağını bulmuştum, yeşil papağandı bunlar evet evet yeşil papağanlar. Çok şaşırmıştım İstanbul’da özgür papağanlar daldan dala uçan, ağaç kovuklarına sığınan ve cırtlak sesleri ile öten papağanlar. Hayranlıkla şaşkınlıkla izliyordum onları. O gün İstanbul’umu gemilerini Sarayburnu’nu izlerken bir öykü yazdım Gülhane’in papağanlarına. Ya da Mahmut'un hikayesi siz bilirsiniz.



KAVRUK MAHMUT


Papağanlar, Sarayburnu yakın olduğundan Afrika'dan gelen bir konteyner gemisinde yakalanıyor depoya gönderiliyorlar. Bir gece bekçisi var adı Mahmut 20 yaşında kavruk bir delikanlı. Annesiz babasız büyümüş el kapılarında horlanmanın dozu artınca İstanbul'a gelmiş. Asgari ücretle hem gece bekçiliği yapıyor hem de depoda yaşıyor. Eğer el konulan mallar hayvanlar ise bir o ilgileniyor onlarla besliyor konuşuyor. Yalnızlığın açlığın köleliğin ne demek olduğunu en iyi o biliyor. Yeşil papağanları ömründe ilk defa orada görüyor çok seviyor bu kuşları ama küçük kafeste yaşayamayacaklarını anlıyor birkaç gün sonra. İyi beslediği halde kuşlar ölmeye başlıyor. Dayanamıyor bir gece kafesin üzerinde ki mührü kırıyor. Ellerine aldığı kuşları teker teker gülhaneye doğru salıyor. Üç beş eşyası var Mahmut'un. Boş bir çuvalda topluyor eşyalarını. Dışarı çıktığında soğuk rüzgar yüzünü yalıyor hiç üşümüyor. Mahmut ilk defa hiç bilmediği bir duygu ile tanışıyor. Kendisi ile gurur duymayı öğreniyor, kavruk, kimsesiz Mahmut.