28 Aralık 2009 Pazartesi

YAŞAMDAN ÇOK ÖLÜME YAKIN


Öyle bir yerdeyim ki
Yaşamdan çok ölüme yakın
Öyle kasvetteyim ki
Sevinçten çok hüzne yakın
Alaca karanlık sisli bir hava
Her adımda görünmeyen yüzler
Sessiz feryatlar çığlıklar
Gizliden gizliye beni izler
Ayağıma dolanır vahşi bir sarmaşık
Bileğimi yakalamış bir el gibi
Yaşama dair düşünceler karmakarışık
Topraktan fırlamış isyan gibi
Her adımda başka bir ses
Duyamadığım hikayeler anlatıyor
Birbirinden ürkek aldığım her nefes
Başka bir isyanı uyandırıyor
İlerliyorum usul usul karanlık içinde
Görüyorum umutsuz bakışları
Ben de çözemedim yaşamak bir bilmece
Hepinizin ayrı bir hikayesi var mezar taşları
Şubat 2008

27 Kasım 2009 Cuma

BAYRAM TOPRAK YOL VE HÜZÜN


Bugün bayram, babama gideceğim, babam....Altı yıldır suskun, hamuş, insanlar ölmez diyor sufiler, hamuş olurmuşlar sadece. O yolu yürüyeceğim yine o toprak yolu. Suskun mezarlığa inat, yukarıdan hızla geçen gürültülü arabalarla otoyolun sesi gelecek. Yanımda annem, kardeşlerim varsa eğer havadan sudan konuşacağız belki ufak şakalar bile yapacağız ağlamamak için. Canım konuşmak istemezse, önden hızlı hızlı yürüyeceğim susmak, kendi kendimle kalmak için. Gözüm dikenliklere sarmaşıklara takılacak ve de toprak yola uzanan taze sürgünlere , bana yaşamı hatırlatan taze sürgünler. İçimden ayağımla onları ezmek gelecek bazılarını ezecek bazıların üstünden atlayacağım. Uzaktan ilk önce ulu ağaçları seçeceğim sonra mezarlığın duvarlarını ve demir kapısını.Yine kapıdan girmeyeceğim duvarı takip edip mezarların hizasına gelecek, dalacağım öyle uzaktan bakacağım.Hadi diyecek birisi yine,buradan mı bakacaksın? Çantamdan çeyizimden kalma namaz başörtüsünü çıkarıp şöyle bir başıma sardıktan sonra, yıkık dökük duvardan içeri atlayacağım. Önce yumuşak toprağın üzerindeki yabani otlara gömülecek ayaklarım. Etrafı taşlarla çevrili iki tümseğin karşısına geçeceğim. Gözüm bir babaanneme takılacak , bir babama.Bocalayacağım ne yapsam? Ben mi geldim desem? Onlara yakın olmak için tümseğin yanlarında dizilmiş taşlardan en irisine oturacağım. Toprağı okşarken gözüm böceklere,otlara dalacak.Geçen sefer ateş kırmızısı siyah noktalı böcekler vardı, otların arasında telaşlı telaşlı koşuşturuyorlardı oyalamışlardı beni belki onlara rastlayacağım yine, eski dostlara.Herkes içinden dua edecek,onlarla konuşacak görenler bizi susuyor sanacak,çığlık çığlığa susmak,susmaksa eğer susuyor olacağız.Mezar taşı yok onların ,sevmezdi babam öyle şeyleri.Gömdüğümüzde acele etmeyin demişti birileri mezarın oturması lazım.Yıllar oldu,oturmuştur çoktan ama mermerleri dizesim üzerine isimler yazasım yok.İki tümsek var ,üzerlerinde bakımsız çiçekler yabani otlar,etrafı acemi çitlerle çevrili,işte bizim aile mezarlığı.




Babam ölümünden kısa bir süre önce almıştı ,yeni ev almış biri gibi hevesle anlatıyordu.''Yeri çok güzel,yeşillik içinde kızım bir görsen yola da çok yakın.''Ne çok severdi yeşilliği,aynı benim gibi.Yeşilliğe hasret koca binalar arasında geçti ömrü.Neyse ki burası yeşil ama mezarlıklar zaten hep yeşil olmaz mı?
İlk babaannemi gömünce gördüm mezarlığı. Yeri güzeldi gerçekten hatta mezarlığın bir cephesi yeşil dağlara bakıyordu. Dört ay sonra onun yatacağı yerde başımıza geleceklerden habersiz yan yana durmuştuk.''Ne çok ağladın kızım ağlama artık demişti''
Çocukken de ağlamamı istemezdi inadına da ağlayasım gelirdi.
Tüm bunları düşünürken toprağı okşarken yine tutamayacağım kendimi sessiz sessiz damlalar düşecek toprağa .Belki halam ince sesiyle yasin okuyacak.Sesini babaannemin sesine benzetecek biraz da onun toprağını okşayacağım.Bir süre sonra bacaklarım ağrıdığından, tutulduğundan ayağa kalkacağım,babamın mezarının başında kendiliğinden çıkmış yabani erik fidanına bakacağız.Ne kadar büyümüş diyeceğiz yine hep birlikte.Ben yine saçma sapan düşüncelerle boğuşacağım.Şimdi bu erik ağacı acaba babamdan kalma atomları karbonları mı kullanarak büyüyor yani bir parça onu mu taşıyor ?diye düşüneceğim.
Hadi dönelim diyecek birisi. Son son bir iki dua edip tümseğin baş kısmındaki toprağı avuçlayıp veda edeceğim. Dönüş yoluna döndükten sonra bir daha arkama dönüp bakmayacağım.
Bu gün bayram ,yıllardır bayramlarım eksik ,bayramlarım buruk,sevmiyorum bayramları……..

26 Ekim 2009 Pazartesi

Soyutluğun Yükü

Bir bilinmezdir bulutlar
Soyutluğun yükünü taşırlar
Yaşamaksa;
Bir kar tanesi olmaktır
Onlardan,
Sonra yere düşüp erimektir
Hiçbir iz bırakmadan
Yok olmaktır

Bir kesittir yaşamak
O kar tanesini avucunda
Tutabileceğine inanmak gibi
Yanılmaktır yaşamak



13 Ekim 2009 Salı

FIRTINA ÖZLEMİ


Benimkisi fırtına özlemi
Yağmuru göz yaşlarımı yıkasın
Rüzgarı hatıraları silsin
Hoyrat bir rüzgar gölgesinde
Ah ne çok nezaket biriktirmişim
Kaybolmak kara bir bulutun içinde
Kah gökten düşmek yer yüzüne
Sığmamak taşmak….
Kah deli bir kuvvet
Gökyüzüne savrulmak
Hesaplanmış vakitler biriktirmişim
Şimdi saatlerim umarsız
Yıllarım zamansız
İçimdeki isyan
Tüm fırtınalardan insafsız

7 Ekim 2009 Çarşamba

PENCERELER VE YÜZLER




Bu sabah çok erken uyandım.Bir hastane odasında kendi hikayemin eşliğinde camdan bakıyorum

Yağmur var bu sabah İstanbul’da .Bu Pazar sabahı caddeler boş,caddeler ıslak.Bu manzaranın fotoğraf olmadığını hatırlatan sadece kiremitli çatılarda ki kuşlar.Çatılar görüyorum onlarca,yüzlerce,gözüm ufka takılıyor binlerce.Deniz de sessiz bu sabah kimseyi uyandırmak istemiyor belki o da yağmuru özlemiş hırçınlığını unutmuş yağmuru seyrediyor.

Gri bir deniz gökyüzüyle aynı renk.Üç beş gemi durgun derin uykuda .Bu sabah sanki bir ben uyanık,bir ben ayakta.Çiseleyen yağmurun altında kendi hikayemle beraber yağmuru İstanbul’u seyrediyorum.

Çocukluğumdan beri tanıdığım insanları düşünüyorum.Tanıdığım,hatırladığım,unuttuğum dost kaldığım insanları.Yüzlerce belki de binlerce insan doluyor odama sonra geldikleri gibi sessizce kayboluyor yüzler…..

Bu çatı denizinde bu görünmeyen insan selinde yerim ne kadar da küçük ne kadar da sıradanım.Çatıların altında pencereler ,pencereler.Çatılardan bile daha çok pencereler.Her pencere ayrı bir hikaye,bilinmeyen hatta kimseyi ilgilendirmeyen çok sıradan.

Her pencerede kimseyi ilgilendirmese de,çok sıradan olsa da,yaşayanın canını acıtan,ağlatan,güldüren yaşadığını hatırlatan hikayeler var.Yaşayan insan için başına gelenler ve hayatı kadar önemli bir şey yok iken dünya için onun varlığı ne kadar da sıradan. .Bu kalabalığın içinde sıradan bir insanın varlığı ya da yokluğu ne kadar da önemsiz.Ne büyük bir çelişki.

Bu Pazar sabahı ben kendi hikayemle camdan İstanbul’u seyrederken,camların ardında ki o sıradan hikayeleri merak ediyorum.Her birinin anlatısı önemli olmaya başlıyor benim için.

Şu pembe perdenin ardından ilk aşkın acısını çeken bir genç kız görüyorum sanki.Yüzünü perdelerin ardına saklamış.Kimse görmüyor onu.Benden başka.Solgun yüzünde ki gözyaşları yol yapmış kendine yanaklarından süzülerek damlıyor geceliğine.Atık yaşamak istemiyorum diyor.

Bir inleme,ensemde soğuk nefes aniden başka yöne dönüyorum.Karanlık bir pencere,da daha da karanlık bir oda. Avurtları çökmüş bir çift yaşlı göz.Hızla geçmiş yıllara küskün yaşanan binlerce anıya tutunarak nefes almaya çalışıyor.’’Yaşamak istiyorum ‘’diye inliyor.Çaresizlik çöküyor gözlerime belki bir çok dostu gibi ben de kaçıyorum……

Başka bir yerden bebek ağlaması duyuyorum.Sabahı sabah yapmış kendi de bilmiyor neden ağlıyor.Belki de kendini hayata hazırlıyor.Onu sallayan kollar yorgun uykusuz yarı kapalı.Kirpiklerin arasına dalıyor bir şeyler arıyorum.İşte orada karşılıksız olan en büyük sevgiyi evlat sevgisini görüyorum.Gülümsüyorum…

Gözüm binlerce pencereye takılıyor.Her pencere bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor.Biraz önce sadece rüzgarı ,yağmuru dinleyen ben fısıltılar duymaya başlıyorum.Yüzlerce fısıltı sesini yükseltiyor her bir pencere beni kolumdan tutarak kendine çeviriyor.Binlerce kişi bana hikayesini anlatıyor.Aman allahım bu ne ses,gürültü çeşit çeşit yüzler bana bakıyor.Hepsinin hikayesi kendine göre en önemli ola, bu sıradanlık şehrinde.’’Hayır’’ diyorum.’’Artık merak etmiyorum sizi’’

Birden sessizlik çöküyor …….

Tepeden İstanbul’a bakıyorum.Bu Pazar sabahı şehir sessiz yağmur yağmakta.Ben kendi hikayemle baş başa kendimi dinliyorum.Bu sabah bir ben uyanık,bir ben ayakta.Sadece çatılarda uçuşan kuşlar sığınak aramakta.

5 Ekim 2009 Pazartesi

SESLENİŞ


İstanbul sevdiğim
Ne diyeyim artık sana ?
Seni uzaktan sevmek, olmuyor
Al artık beni koynuna
Gömüleyim boğazın serin sularına

27 Eylül 2009 Pazar

Bir İstanbul Akşamı




Taksime varmak için sahil yolundan yola çıktım .Günlerdir yağan yağmur İstanbul’a sisini, hüznünü,ıslaklığını bırakarak gitmişti.Sağ yanımda dumanın içinde bir görünen bir kaybolan hayalet gemiler ile deniz,sol yanımda tarihi surlar,arabamda güzel bir müzik o an anladım ki hazırdım İstanbul ile dertleşmeye.İçimden sesleniverdim aşık olduğum şehre’’ Eğ söğüt ağaçlarını eğ,bir dost eli gibi dokunsunlar omzuma’’.
Sarayburnu’na varınca liseli ben ile karşılaştım. On yedi yaşın uçarılığı, heyecanı ile üç beş arkadaşla beraber konuşarak,gülerek geçtik önümden,fark etmedim bile beni.Sanırım bir kaçamak yapmış Gülhane parkına gidiyorduk.Buruk bir bakış attım ilk gençlik yıllarıma nasıl toy nasıl çocuk göründüm kendime.Oysa hatırlıyorum kocamandım ben kendimce o yıllarda.
Sırada Eminönü vardı artık kayıklarda balık ekmek satılmayan Eminönü.Yıllar öncesine gittim Bir öğlen çıkmış kardeşimin hasretini gidermek için inmiştim balıkçıların yanına.Sevdiğini bulamazsan,sevdiğini onun sevdiklerinde ararsın ya.’’Balık vereyim mi abla ‘’demişti kayığın içindeki ufak tefek adam .’’Yok ben sadece bakıyorum’’demiştim. Bir süre daha uzun uzun dalarak bakmıştım balıklara ,kayıklara martılara.Garip bir huzursuzluk kaplamıştı balıkçıyı müşterilerle ilgileniyor dönüp dolaşıp gözü bana takılıyordu anlayamıyordu beni ,ne işim vardı orada ? niye onları seyrediyordum? Şimdi arabayla önünden geçtim hala şaşkın şaşkın bana bakmaktaydı,gülümsedim.Başımı balıkçıdan kaldırınca, Galata köprüsünün devamında Galata kulesine takıldı gözlerim.Aniden bir karaltı belirdi,Hazerfan kanatlandı eski İstanbul’un üzerinden.Başımı eğdim çarpmasın diye.

Solumda Yeni Camii ve güvercinler yıl 1972.Annem ile babam seyyar fotoğrafçıya poz veriyorlar.Babam eski kahverengi albümün ilk sayfasında duran,hafif sararmış siyah beyaz fotoğraftaki gibi favorileri uzun,geniş desenli bir kravatı var,ceketi kareli ,pantolonun paçaları geniş.Annem zayıf,annem mahcup,annem mutlu belli ilk gelişi İstanbul’a.Babamın eli annemim omzunda.Taktığı eşarptan dalga dalga saçları alnına omuzlarına dökülmüş ,kısacık eteği önden tek plili puantiyeli bir bluzu var çok yakışmış ona.Görmediler onlara baktığımı,donmuşlardı zaten fotoğraf karesindeki gibi,sadece güvercinler canlıydı uçuşuyorlardı etraflarında.Galata köprüsüne dönünce göremez oldum onları iki damla yaş akıttım denize doğru.Balıkçılar vardı onlarca oltanın başında belki göz yaşlarım takıldı onlara.Alışmışlardır onlar da,denizden balık yerine gözyaşı toplamaya.Mırıldanıyorlardır sessizce ‘’İstanbul ağlatmış gene birilerini, gözyaşları beni buldu,öyle zamanlardayız ki denizler balıktan çok hüzne durdu’
Şöyle bir döndüm alıcı gözle baktım sana İstanbul.Nice şairler yazarlar geldi aklıma.Benim geçtiğim yoldan geçen ,denizi seyreden .Benim gibi İstanbul'a yazılar yazan .Onlarca ,hatta yüzlerce bilinen ya da hiç okunmadan bilinmeden yok olan.Çok sıradan hissettim kendimi çok küçük.
Taksime vardığımda yağmur tekrar başladı,bir çay söyledim kendime ince bellide.Cam kenarına oturdum.Yağmur doluya döndü, gök gürlüyordu insanlar koşuşturuyordu.
Ne güzelsin dedim İstanbul ne güzel hele bir de yağmur yağıyorsa...

Nisan 2009